Sahra Alkan
Sıcak bir yaz gününde, işçi bir anne babanın ilk kızı olarak doğdum uçsuz bucaksız bir çölün ismi ile. 2 yıl sonra ise bu koca dünyanın hayatıma bıraktığı en güzel armağan; başka bir uçsuz bucaksız dünyaya geldi Deniz ismi ile.
Zeytinin, incirin, coğrafya derslerinde kafamıza kazınan makilerin dünyasında doğdum, İzmir’in bir taşrasında büyüdüm. Sakar, dalgın ve motor becerileri sıkıntılı bir çocuktum. Oyunlarda güçsüz eleman olduğum için hep fındık fıstık olurdum 🙂 Bu nedenledir herhalde, o dönemlerde fiziksel aktivitelerden kaçıp kendimi hep kitapların dünyasında buluşum.
Üniversite tercihlerinde hayal dünyamın değil, işçi bir anne babanın zorlanarak okuttuğu bir çocuk olmanın gerçekliğinin peşine takıldım. Felsefe ya da Arkeoloji okumayı hayal ederken kendimi 9 Eylül’de Kamu Yönetimi bölümünde buldum. Mezun oldum, Kadıköy’e kardeşimin yanına taşındım. Adına gerçeklik dediğim o dünyanın içinde iş bulamamanın yarattığı değersizlik, çaresizlik, ne yapacağını bilememezlik hislerinin arasında debelendim durdum bir süre. Ve sonunda hayal dünyam koştu yardımıma.
Kaçkarlar Beni Çağırıyor!
Kaçkarlar beni çağırıyor ben gidiyorum dediğimde arkadaşlarıma, daha düz yolda yürümeyi beceremediğimi kibarca hatırlatıp 🙂 , endişelendiler çokça. Haklıydılar, dağa çıkma konusunda tecrübem, uygun ekipmanım yoktu, Karadeniz’e hiç gitmemiştim, ayrıca herkesin aman düşeceksin cümlelerinin arasında büyüdüğüm için fiziksel aktivitelerle ilgili özgüveni oldukça düşük biriydim. Ancak içimden yükselen arzu öyle güçlüydü ki, çevremden ekipmanları topladım, bu yolculukta eşlik etmek isteyen bir arkadaşımla düştüm yola. İşte o dağ, orada yaşadıklarım bana öyle şeyler öğretti ve hayatıma öyle güzel dokundu ki, bir çok şey değişti, ben değiştim. Hayatım boyunca ilk defa o kadar yalnız kalmış, sessizliğin sesini keşfetmiş, insan elinin değmediği uçsuz bucaksız bir coğrafya ile karşılaşmış, sisin inişini izlemiş, cesur olmuş, kendi sesimi duymuş, kaybolmuş, zaman zaman korkudan bacaklarım titremiş ve ne kadar da tatlı yorulmuştum.
Ardından hemen şehre dönemedim, bir süre göçebe yaşadım. Gelibolu’da gönüllü olarak ekolojik bir çiftlikte çalıştım, Kaz Dağları’nda zeytin topladım, Arguvan’da kısa süreli çobanlık yaptım. Doğada olmayı seviyordum ancak daha hayata dair öğrenmem gereken çok şey vardı, hayat okuduklarımdan ibaret değildi, her şeyin merkezinde olup deneyimlemek gerekirdi. O sırada iş buldum ve İstanbul’a döndüm. 10 senedir kurumsal hayatın içindeyim. Son 7 yıldır da aynı şirkette İnsan Kaynakları alanında çalışıyorum. 4,5 yıl önce işim nedeni ile Rusya’ya göçtüm. 1,5 yılını St. Petersburg’da geçirdim. 3 yıldır da Moskova’da yaşıyorum.
Moskova Kızıl Meydan
Rusya’ya Göç Etmek…
Rusya’ da buz gibi bir iklim, kimse öğrenmesin diye oluşturulmuş bir dil, yoğun iş temposu, stresli bir iş ortamı karşıladı beni. İlk zamanlar, sabahları uyanıp hava durumuna bakmak ve hava sıcaklığı düştükçe acaba -30’u hissetmek nasıl bir his diye heyecanlanmak gibi hobilerim vardı ancak zamanla o heyecan, yerini bugün de donmadık hissine bıraktı 😊 Dil sorunum nedeni ile yalnızlıktan evin içinde kıvrandığım, alışveriş yaparken ekstrem bir spor yapar gibi stres ve heyecan yaşadığım günlerim oldu. Ancak hayat tabi ki bu dertlerden ibaret olmadı. Hayat aynı zamanda tüm bunları yaşarken buz tutmuş gölün üzerinde kaydığım, donmuş nehrin üzerine kendimi bıraktığım, karlar altında kalan kayın ağaçlarının arasında dolandığım, Sibirya soğuğu ile tanıştığım, dünyanın bir ucunda yalnız başıma dolaştığım, kimsenin olmadığı yataklı bir trende masallara yolculuk ettiğim, dünyanın bir çok noktasına seyahat etme fırsatı yaratabildiğim, keşfetmenin sevinci, öğrendiklerimin mutlululuğu ile yoğrulduğum bir deneyimdi.
Seyahat etmeyi, günlerce yürümeyi, ateş yakıp saatlerce izlemeyi, yağmur damlalarının çadırın brandasına bıraktığı sesi dinlemeyi, gitmeden önce ya da gittikten sonra o bölge ile ilgili bulduğum her şeyi okumayı, izlemeyi çok seviyorum. Kitaplarla çocukken kurduğum dostluğum devam ediyor ve hala çok sakarım. Her seyahatimde ufak tefek sakatlanmalar ile dönüyorum. İki yıl önce İspanya’nın Galiçya bölgesindeki Hac yolu Camino’da yürürken, iki dizimdeki menisküsleri yırttım, geçen yıl Gürcistan’da ki Kazbek dağına çıkmadan hemen önce ayak liflerimi zedeledim. Ancak sanırım sakarlığımla artık barıştım.
Japonya-Nara
Sırtımda Bir Heybe, Yüreğim Göçebe!
Velhasılı özetle; Yıllardır oradan oraya sırtımda bir heybe, yüreğim bir göçebe yaşadım durdum. Aklımda “başka bir dünya” düşü, dilimde bir kardeşlik türküsü, özgürlüğün arayışında oldum. Düş ortaklığı yaptığım bir sürü güzel insanın dostluğu ile sarmalandım, yaptığım yolculuklar ile şifalandım, hikayeler dinledim, hikayemi anlattım.
Bazen yabancısı olduğum bir dünyanın içinde kayboldum, bazen korkularımla ve zayıflıklarım ile yüzleştim, yoruldum.
Ve gerçekten cesaret mi o, hep sonuna kadar giden, sınırları olmadan yol alan, bir o yana bir bu yana savrulan, bazen bir sele kendini kaptıran, bazen bir fırtınaya dolanan, korku ile örülen bir duvarın ardını düşleyebilen, bilinenleri ile bilinmeyenlere göçen, yaşadıklarını, yaşayacaklarıyla özgürleştiren bilmiyorum. Ama o dağa çıkmayı hiç bırakmayacağımı, uçsuz bucaksızlığı deneyimlemekten vazgeçmeyeceğimi biliyorum.
Baykal Gölü
Hakkımda daha fazlasını merak ediyorsanız iletişim sayfasından ya da instagram hesabımdan bana ulaşabilirsiniz. Seni yeteri kadar tanıdım, nereleri gezdin artık onları okumak istiyorum derseniz buraya, yürüdüğüm rotalar için yürüyüş rotaları sayfasına, son yazılarım için ana sayfaya ve uçsuz bucaksız mutfak kısmında sağlıklı yemek tarifleri için ise yemek sayfasına uğramayı unutmayın!